28. ŞUBAT KALINTISI…

Hazımsızlar ordusundan ne idüğü belli bir akademisyen Gülşah Balan diye bir öğretim görevlisi, başörtülü İclâl Özbey adlı diş hekimliğinde okuyan talebesine ğüya *Temizlikçiye benziyorsun, diş hekimi böyle olmaz* gibi sözleriyle kendince hakaret etmiş. Sanki temizlikçi insan değil. Çevik Bir kafasında; farklı düşüneni insan olarak bile tanımayan çağdaş, modern toplum üyelerinin kendi gibi inanmayan, zatı gibi düşünmeyen, farklı inanç gruplarına hoşgörü faziletinden yoksun, ötekileştirme, ayrıştırma, toplumu birbiriyle çatıştırma ortamına sürükleyici illetli düşünce sahipleri hâla ur gibi, kanser misali virüs salğı’larını aşılamaya devam ediyorlar. Sen nasıl giyiniyorsan giyin, istersen bir oturuşta yarım domuz eniği bitir, her akşam inandığın değerler uğruna üç beş rakı kadehi zıkkımlan, saçını başını her ay başka renklere boyat, köpek leşi yiyor görüntülü ruj’unu her saat tazele, oje’li tırnaklarını köpek’lerinkinden daha da uzatarak kendince bakımlı bayan sınıfına karış…Ama rica ediyorum, lütfen inancımdan, itikadımdan uzak dur…

28.Şubatın o karanlık günlerinde, Ali Kırca general edâsıyla konuşmaları analiz ediyor hoşuna gitmeyen fikir beyân edeni sözleriyle siyaset meydanında pataklıyorken, Raha Muhtar yeni yeni Fadime Şahin’leri akşam haberlerine yetiştiriyor, ğüya, Ali Kalkancı’ gibi daha Kur’anı kerimi yüzünden okuyamayan cahilleri tarikat lideri olarak pazarlama peşinde koşuyor, Uğur Dündar, Adana’da lise talebelerinin okul çatı’sında namaz kıldığı, böyle bir görüntünün yirmi birinci yüzyıl Türkiyesine yakışmadığı mesajlarını askeri ve hukuki yakınlarına ulaştırıyordu. Kendini sanatçı olaral lanse edenler bile o günlerde en galiz küfürlerle kendini alkışlayan kesimleri hırpalıyorlardı. 1996 ile 2002. yılları arasında sindililmiş, susturulmuş, her türlü hakaretlerle anasından emdiği sütü burnundan getirdikleri mü’minler aslında çok şey istemiyorlardı; İnandıkları gibi yaşamak, kendi başörtüleriyle okumak, insan olma hürriyetinin kendilerine peygamberleri tarafından öğütlenen yaşantı tarzını devam ettirme azmi…Yani eşitlik ilke’si. O bile çok görüldü…

28. Şubat vesayetçileri o günlerde müslüman av’ına çıkmışlardı. Başörtülü kızlarımızı okul bahçesinin korkuluklarına kelepçe’yle bağlıyor, okul kapısında başında peruk varmı yokmu kontrol ediyor, dördüncü sınıfta okuyan tıp fakültesi öğrencisinin başörtüsü yüzünden okulla ilişiğini kesiyor, imam hatip okullarını bir senede talebesiz bırakıyor, başörtülü kadınları kamu alanlarına çıkaralım mı, çıkarmayalım mı toplantıları yapıyor, sokakta gördükleri sarıklı, sakallı, şalvarlı müslümanları karakollarda misafir ediyor, aşık veysel’in giyimi yüzünden ulus meydanıuna sokulmadığı yıllar gibi müslümanları kamusal alandan dışlama planları yapıyorlardı. Bütün medya emirlerinde, yazarlar kapı kulu vaziyetinde ne yazacaklarına dair emir beklerken, başı açık bayan müsvetteleri *kahrolsun şeriat* yürüyüşleri yapıyorlardı. Gazete küpürleri, manşetleri elimde, yaşı kırk ve üstü olanların dün gibi hatırlayacağı senaryolar hergün televizyonun ana haber bültenlerinde seyircisi ile buluşuyordu…

Bu günkü haberlerde öğrencisini sözleriyle hırpalayan akademisyen müsvettesi bayan iclâl’in tavrını okuyunca, köprülerin altından 24. yıl akan suların kirli beyinleri temizleyemediğini, pak’layamadığını, o inatçı leke’lerin hâla çıkmadığını görmek, kafa’larında usanmadan, bıkmadan büyük bir kin ve nefret’le, Allahu teâlanın emirlerini yerine getirme çabasındaki mü’minlere kırıcı, incitici, yaralayıcı sözlerle saldırmaları beyinlerindeki ur’un bütün bedenlerine sirayet ettiğinin göstergesidir. Halbuki insan unsuru şereflidir. Madem o şerefini zedeleyici bulduğun bir mekândasın yer mi yok; Karadağa git, Fransa’ya avdet et, Çin, Rusya, Kuzey Kore gibi yerlerde din olgusu tanımayan bölgelere kapağı at ya da edebinle ülkende otur. Hem bana ne senin inancından istersen budha’ya tap, ya da ineğe, maymuna, ay’a, yıldız’a, güneş’e…Ya da fâni insan heykeline…Ama tekrar tekrar rica ediyorum, Benim inancımla uğraşma…Hayat tarzımdan elini çek, ne bana sataş ne de benim sana çat’mama sebebiyet verme…Lütfen…

Sermedkadir…        

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht. Erforderliche Felder sind mit * markiert