Dar alana hapsolmuş, beyni ise 1923 ile 1938. bandına sıkışmış bir kişinin Osmanlı devletini anlamasını beklemek tabiidir ki hâyal ürünü diyebiliriz. Hatta hatta 627. Yıl hüküm sürmüş bir dünya devleti olan, Osmanlı’yı aradan çıkartıp tarihini Cumhuriyet rejimi ile başlatan köksüzlere de rastlamak mümkün ne yazık ki. Az kafa çalışmaya başlasa Osmanlı bakiyesi olan Türkiye Cumhuriyetinde hüküm icra eden kişilerin hepsinin ya Osmanlı paşası ya da Osmanlı bürokratı veya Osmanlı uleması, yazar, çizeri olduğunu anlayacaklar ama nerde. Özellikle İslam şeriatının hiç bu topraklarda yaşadığını hesaba katmadan birden bin küsur sene gerilere gidip ötüken vadisini boylayanlar, Oguz boyundan dem vuranlar, Şamanizmi bayraklaştırıp, Atilla, Mete han, Çağatay, Kubilay hana ulaşıp ister istemez bahis mevzuu edenler bir türlü Selçuklu ve Osmanlı kronolojisine gelemezler. Sanki bu ırk Ergenekon mekânından, Anadolu içlerine 1923.yıllarında avdet etmiş gibi. Rabbim cümlemize akıl sağlığımız noktasında şifalar ihsan eylesin…
Halbuki, kafamızı kaldırıp şöyle bir etrafa nazar eylesek Konya, Kayseri, Niğde, Sivas gibi illerimiz başta olmak üzere bütün Anadolu illeri Selçuklu ve Osmanlı eserleriyle süslenmiş olduğunu göreceğiz.Yani tarihen bu eserler diyor ki; bizler 1071. yılından itibaren buradaydık. Ulu camileri gösteriş olsun diye köy kadar nüfusu olan yerlere boşu boşuna yapmadık. Bizler 1000. sene öncesinden sizleri düşündük hastahane, şifahane ve medreseler ilme, insana ne kadar değer verildiğinin açık bir göstergesi. Sadece, 1876 ile 1909 yıllarının içinde İkinci Abdulhamidin açmış olduğu okul sayısı ülke genelinde yüzlercedir. 2002. ile 2025. yılları arasında yapılan çalışmalar bir bakıma Abdulhamid hanın ileri görüşlü olduğunun bir bakıma bütün dünya’ya anlatma ğayretidir. Tabii ki, 80. senelik gafleti dalalet ve uyku dönemini 25. senede imar etme hadisesi karşılamasa da, çok büyük bir ivme yaşanmış bu gidişatla 10. sene sonrası umutlarımızı yeşertecek beklentisi içindeyiz…
Çaba, ğayret, çalışma azminden tamamıyla kopmuş, önünde 70.lik rakısı ve balığını eksik etmeyen bir başka kitle sadece boğazının derdine düşmüş, devlet beni nasıl doyuracak endişesiyle iş hayatından tamamıyla ayrılmış, ver yiyim, ört yatıyım modunda senenin, 365. günü siyaset ve ekonomi gevezelikleri ile gün geçirmektedirler. Kimisi kendi yandaş hırsızını himaye peşinde, rüşvetçisine arka çıkma ğayretiyle toplumu sokağa çekme çabasıyla üretimi durdurduğu gibi 200. yıllık Türk ve Türkiye düşmanından ingiliz kardeşlerim diyerek imdat isteme yöntemlerini sonuna kadar kullanıp, bizi görsün şikayetlerini duyurma azminde, üretimin durma noktasına çekildiği gibi üretilen yerli ve milli imalata da boykot çağrısı yapılmakta her nasılsa binlerce kişiyi etki altına almış bulunmaktadırlar. Bu tür beyin sıkışıklığı boğazı ile midesi arasındaki insanlarda hâliyle yoldaş bulmakta negatif, olumsuz, morâl bozucu muhalefet Türk insanının çalışma azmini, kendine güvenini olumsuz etkilemektedir…
Okuma, öğrenme, tahsil hayatını geliştirme yönlerini askıya almış olan beyni dar alanda sıkışmış güruh, Osmanlı dönemi edebiyatının ne kadar kuvvetli bir şekilde insanları fikren, zikren, ruhen doyurduğunu görmek istemese de; Güzel sanatlardan mimariye kadar Osmanlı gölgesi altında yaşadığının farkına varması kaçınılmazdır. Günümüze kadar Namık Kemâl’den Hüseyin Rahmiye, Şinasi’den, halid Ziya’ya, Ziya Gökalp’ten Halide Edip Adıvara, Zorlutuna’dan, Ahmed Rasime, Ziya Osman’dan, Peyami Safa’ya, Orhan Şaik Gökyay’dan, Tarihçi Fuat Köprülüye, Ahmet Cevdet’ten, Mustafa Sabri’ye, Muallim Naci’den, Mehmed Akif Ersoy’a, Abulhak Hamid’den, Yahya Kemâl Beyatlı’ya, …kadar yüzlerce yüzlerce Osmanlı dönemi mütefekkirimiz hâla günümüzde dahi insanımıza ışık tutan görüş, düşünce ve fikirleriyle kültür dünyamızı aydınlatmaktadırlar. Tabii kafası sorunlu üç beş kişi ile kapasitesini dolduranlar kitap okuyorum havasını atarak beyin sıkışıklığını dar alana hapsederler, bilerek ya da bilmeyerek…
Sermedkadir…