Adalet ilkesinin, İslâm şeriatına inanan toplumunda, yönetimde, hukuk bütünlügünde Mahkemelerde ve insanlar arası ilişkilerde tam anlamıyla uygulanması zorunludur. Çünkü adalet mülkün yani Devlet yapısının temelidir. Adaletin olmadığı cemiyetlere zulüm, anarşi ve terör hâkim olur. Aynı son zamanlarda yaşandıgı gibi toplumsal isyanlar çıkar, mahkemelere, devlete hatta fertlerin birbirlerine olan güveni kaybolur. İnanıyoruz ki Adalet herkese ve her zaman mutlaka gereklidir. Adalet deyince İslam anlayışında her ferdin ve her toplumun karşılıklı olarak işlerinde değişmez bir ölçü şeklinde yerini almış, istek heva ve heveslere yer verilmemiş, sevgi ve nefretlere uyulmamış, akrabalık ve yakınlık gözetilmemiş, zengin – fakir, kuvvetli ve zayıf ayırımı yapılmamıştır. Ahlak ve hukukun en temel kavramı adalettir.
Adalet o kadar önemlidir ki, adaletin söz konusu olduğu yer öncelikle İnsan insan ilişkileri, İnsan – toplum ilişkisi ve toplum – toplum ilişkileridir. Adalet haklıya hakkını ve suçluya da cezasını verme hareketinin ifadesidir. İslâm’da adaleti gerçekleştirmek için çeşitli müesseseler kurulduğu bilinen bir gerçektir. Asrı saadet döneminde Peygamber efendimiz (sav) davalara bizzat kendisi bakmıştır. Selçuklu ve bilahare Osmanlı devletinin bâkiyesi konumundaki Türkiye’nin adı geçtiğinde devlet geleneği tabiri mutlaka gözümüze çarpmaktadır. Günümüzde asker, sivil birbirine olan olan güven duyğusu epey yara almıştır.
Gelenek, görenek, örf, adet gibi kavramlar insanların hayatında çok önemli bir mihenk taşı olduğu gibi devletlerin de tarihinde vazgeçilmez göstergesidir. Eğer toplum olarak bu prensiplerden tamamıyla vaz geçersek muvazeneyi kaybedeceğimiz gerçeği gün yüzüne çıkar. Birlik olma, vahdet içinde hareket etme hasletini yitirir, geleceğe dair olan ümitlerimizi kaybederiz. Milletimize, İslam ümmetine olan güven duyğumuz, itimadımız sönmesin istiyorsak köklerimize sıkı sıkıya bağlanmamız esastır Burada kastettiğimiz kökümüz ise asrı saadet dönemidir. Devletin ebet, müddet yani sonsuzluğuna olan inancımız körelirse topyekün bir esaret zinciri el ve ayak bileğimizi değil aynı zamanda beynimizi ve kâlbimizi de esir alacağı unutulmamalıdır.
İmamesi kopuk tesbih taneleri gibi etrafa saçıldığımız bu günlerde Filistin deki kardeşlerimizin yaşadığı soykırım bütün bir İslam alemini yok etse de yahudi ve Hristiyanlar bu gibi olumsuzlukları hasretle bekleyen milletler olarak kaşımızda duracakları ğayet açıktır. Yirmi birinci yüzyılın jandarması konumundaki iri devletin himayesnde müslüman kanı içmekten zevk alan siyonist çeteler İngilterenin kendi devletine göre orta doğu’daki bütün devletçikleri, aşiretleri ve öz’de tabii ki, müslümanları tehdit altında bulundurmaktadır. Dünyanın iki yüz küsur devletinin gözü önünde yapılan soykırım, katliam yetmiş bin sayısına dayansa da ne yazık ki, önü alınacak gibi durmamaktadır.
Müslümanların günümüzdeki sayısı milyar sayısını ikiye katlasa da elli küçük parça bir bütün şekline gelememekte vahdet kavramından hâla çok uzakta bulunduğumuzu acı bir şekilde yaşatarak görmekteyiz. Müslüman Türk milleti tarih boyunca bin küsur yıldır İslam ümmetinin bayraktarlığını yapmış bir toplumdur. Karahanlı, Memluk, Selçuklu, Osmanlı idari yapılarında bu gerçeği görmek zor olmasa gerek. Burada karşımıza devlet geleneği olan bir milletin mensubu olduğumuz gerçeği ile yüzleşiyoruz. İslam ümmeti söz konusu olduğunda, ilayı kelimetullah inancıyla hareket ettiğimiz, ülke çıkarlarını ilgilendiren her türlü meselede vahdeti, birliği, bütünlüğü esas aldığımız günlerin geride kaldığını söylemek İslam şeriatı bağımlıları için mümkün değildir. Milli yani dini hareket bütünlüğümüz hiç bir zaman küllenemez, unutturulamaz, yok sayılamaz.
Tarihin her döneminde hatta kıyamete kadar Milli olmak zorunluluğumuz vardır Buradaki milli sözünden dini kavramı ifade ediyoruz. Çünkü itikadımız, hak ve batıl mücadelesinin kıyamete kadar devam edeceği gerçeğine dayanmaktadır. Yakın tarihimiz ğayet açıktır belge, bilgi ve ulaşılabilen arşiv dosyaları bu milletin ğayesinin ilayı kelimetullah yani Allahın dinini en yüksek derecede tutmak, hayata hakim kılmak hakikatine bağlıdır. Açılabilen devlet arşivleri, tarihi detayları ile anlayıp kavrama içindeki insanlar için bir hazine niteliği taşır. Bu hazineyi elimizden almak isteyen günümüzün hakim zihniyetli devletleri dikkat edilirse esir aldıkları devletlerin öncelikle mazisin yok etmek niyetiyle ülkelerine taşımakta geçmişle olan bağlarını koparmakta daha sonra da merkez bankalarındaki altın rezervlerini kendi ülkesine nakletmektedirler. Bu gerçekleri Afganistan, Irak, Libya, Suriye’den önce 1918.1921. yılları arasında İstanbulu boşaltmalarında bilfiil yaşamış olduk. Ne yazık ki işbirlikçi dış güçlerin elemanları her zaman vardır ve onların gönüllü işgal valiliğini yürütecek çapsızlar her tarihte olmuşlardır. İslam toprakları küffara peşkeş çekilecek kadar değersiz değildir. İslam devlet yapısını ortaya koyan kurumlar o kadar zengin ve gelişmiştir ki, öyle yüz yılda unutturulacak kadar maziye de gömülmemiştir. Devlet geleneği derken bizler günümüze kadar İslam devletinin yüksek şurasını teşkil eden kurumların sağlamlığını, temellerinin asrı saadete dayandığını arada fetret dönemleri ara dönemler olsa da unutturulamayacağını beyan etmek istiyoruz.
Bu kurumlardan birisi Şeyhulislamlık makamı bir diğeri de Kazaskerlik makamıdır. Biz bugün Kazaskerlik makamını tanıtmaya ğayret edeceğiz Allahın izniyle. Kazaskerlik makam üyeleri, Osmanlı’da Rumeli ve Anadoluyu temsil eden iki kazaskerle divan heyetinde 1923. yılına kadar mevcudiyetini korumuştur. Kazasker ya da Kadı asker; günümüzde Adalet bakanlığına tekabül ettiği yazılıp söylense de daha kapsamlı görevler ifa eden birim niteliğinde idi. Öyle dar kalıplar içinde olsaydı, örneğin, yirmi iki milyon kilometre kare yüzölçüme ulaşmış Osmanlı devletinde iki adalet bakanlığından söz edilirdi.
Osmanlı devletinde kadı’ların başında bulunan bu kurumun görevi kısaca askerlikle ilgili şer’i meseleleri çözüme kavuşturan yapısıyla da sınırlı değildi. Ülke içindeki kadı’ların yani günümüz türkçesiyle hakimlerin tayinleri, müderrislere ulaşana kadar her türlü eğitim, öğretim görevlilerinin tayini, işleyişinin tâkibi, kanuni olan her ne varsa çözüme ulaştırıcı, şeriatın yerine getirilmesinde en yetkili iki divan üyesi tarafından temsili gerçekleştirilen kazaskerlik kurumu, İslam devletinde düzen, nizam sağlayıcı genel yetkilerin de sorumluluğunu yüklenmiş bir kurum idi. O yüzden Adalet bakanlığı gibi bir kurumdan daha geniş bir görev ve sorumluluk sahası vardı. Bu kurumun temelleri asrı saadet döneminde atılmıştı.
Peygamber efendimiz (sav), ordu mensupları arasında çıkan anlaşmazlıklar ve onların işlediği suçlarla devlet düzen ve nizamıyla bizzat ilgilenir, her askerî birliğe bir kumandan tayin eder, askerler tarafından işlenen suçlara ve aralarındaki ihtilâflara da bu kumandanlar bakardı. Kazaskerlik bir müessese olarak ilk defa, Ömer efendimiz tarafından kurulduğuğunu Taberi gibi, İslam tarihçilerinden öğreniyoruz. Ömer efendimiz, Ebü’d-Derdâ’yı Suriye’de bulunan bir askerî birliğe kadı ül cund yani kazasker olarak tayin etmiştir. Ebü’d-Derdâ (ra) bu görevini, Osman efendimiz döneminde de sürdürmüştür. Kādisiye Savaşı esnasında bu göreve, Abdurrahman bin. Rebîa el-Bâhilî daha sonra Amr bin. Âs’ın Mısır valiliği sırasında Süleyman b. Anz kādı ül cund olarak vazife yapmış olduğu tarihçilerimiz tarafından ifade edilmektedir.
Kazaskerlik makamı, Emevîler devrinde de devam ettirildiği Zehebi tarihinde geçmektedir. Örneğin, Halife Hişâm bin. Abdülmelik zamanında da Ca‘sel bin. Hâân adlı kişi fethedilen Afrika bölgelerine kādı ul cünd yani kazasker olarak tayin edildiği bilgisi verilmektedir. Aynı görev Abbâsîler’de de vardı. Nitekim Muhammed b. Abdurrahman el-Bağdâdî kādı ul cünd olarak görev yapmıştı. Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular, Zengîler, Harzemşahlar, Karaman oğulları, Ak koyunlular ve Kara koyunlular gibi İslâm devletlerinde kazaskerlik müessesesi mevcuttu. Selçuklular’da hükümdarın hassa ordusunun kādı ül haşem ve leşkeriyânı hazret adıyla ayrı bir kazaskeri vardı.
Örneğin, Büyük Selçuklu Sultanı Sencer’in Mecdüddin adlı bir kişiye verdiği kazaskerlik görevinde, onu ordunun ve askerlerin kadısı olarak görevlendirdiği, davalara bakarken hükümleri Kur’an ve Sünnet’e uygun olarak vermesini emrettiği görülmektedir. Tarihi bir gerçektir ki, Anadolu Selçukluları’nda Konya kadılarının kādı ül kudât ve kazaskerlik görevlerini birlikte üstlendiklerine dair örnekler olduğu gibi her iki görevi aynı anda yürüten, müstakil olarak görev yapan kazaskerlerin de bulunduğu bilinmektedir. Misâl, Niğdeli Kadı Ahmed, Müctehid Kadı Hüsâmeddin ile Sivrihisarlı Kadı Celâleddin de kaynaklarda Anadolu Selçukluları döneminde kazasker olarak görev yaptıkları tesbit edilen şahıslar arasında yer almaktadır. Hârzemşahlarda, *yolak*, İlhanlılar’da ise *yargu* unvanıyla ordudaki davalara ve hukukî meselelere bakan kişilerin kazaskerle aynı görevi yaptığı ifade edilmektedir.
Zengîler ve Eyyûbîler’de kādı ul kudât’lardan sonra yargıda en yetkili kişiler kazaskerlerdi. Bunlar sultanla birlikte seferlere katılır, bu sırada ortaya çıkan davalara bakar, ayrıca divandaki oturumlarda hazır bulunurlardı. Nûreddin Mahmud Zengî döneminde Burhâneddin Mes‘ûd el-Belhî ile İbnü’l-Ferrâş diye tanınan Ebû Abdullah Şemseddin Muhammed b. Muhammed bu görevi üstlenmişlerdi. Selâhaddîni Eyyûbî, İbnü’l-Ferrâş’ı kazaskerlik görevinde tayin etmiş, ondan sonra da Bahâeddin İbn Şeddâdı bu göreve getirmiştir. Memlükler’de de askerî sınıfın şer‘î ve hukukî işlerine kazaskerler bakardı. Hukuki işlere bağlı olarak görev yapan kazaskerler divanda kādı ul kudât’ların alt tarafında otururlardı. Hükümdar’larla beraber sefere çıkan kazaskerler Hanefî, Mâlikî ve Şâfiî olmak üzere üç mezhepten seçilirdi.
Hanbelî mezhebine mensup kazasker yoktu. Vilâyetlerin durumuna göre bazan üç, bazan iki, bazan da tek kazasker görevlendirilirdi. Bir askerle sivil kişi arasındaki anlaşmazlıklarda davalı taraf askerse davaları kazasker görürdü. Hindistan’da kurulan Türk devletlerinde de ordudaki davalar için kazaskerler görevlendirilmişti. Dîvân-ı Kazâ’nın üyeleri arasında yer alan kādî leşker daha sonra terfi ederek kādıi memâlik olurdu. Nitekim Sultan Alâeddin Halacî zamanında kādıi leşker olan Ziyâeddin Biyâne kādî-i memâlik tayin edilmişti (Kortel, s. 307).
Osmanlılar kazaskerlik müessesesini muhtemelen Anadolu Selçukluları’ndan almışlardır. Kazaskerliğin resmî bir kurum halinde ortaya çıkışı I. Murad dönemi başlarında olup kuruluş tarihi bazı kaynaklarda 1361. olarak verilmiştir.
Kuruluş amacı hakkında kaynaklarda dolaylı bilgilerin yer aldığı bu müessesenin başına getirilen ilk kişi Çandarlı Kara Halil’dir. Bursa kadılığından kazaskerliğe, oradan da vezirliğe geçmiştir. Kuruluş döneminde Çandarlı ailesinden kazaskerlikten vezirliğe geçen birkaç kişi daha bulunmaktadır. O devirde bu uygulama bir teamül haline gelmişti. Mûsâ Çelebi Edirne’de hükümdarlığını ilân edince ümerâdan Emîr Kör Şah Melik’i vezir, Mihaloğlu Mehmed’i beylerbeyi tayin ederken Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddini de kazasker yapmıştır. Bu durum kazaskerliğin devletin üç temel makamından biri olduğunu, şer’î – hukukî otoriteyi temsil ettiğini, padişahın iradesine meşruiyet kazandırdığını gösterir. Fetret devrinde Amasya’yı merkez edinen Mehmed Çelebi’nin de kazaskerlik görevine Çandarlı İbrâhimi getirmesi, Osmanlı ülkesinde bir süre için iki kazaskerin ortaya çıkmasına yol açmıştır.
Bu durum Çelebi Sultan Mehmed’in birliği sağlamasıyla,1413. yılında son bulmuştur. Osmanlı döneminde, Kazaskerliğin gelişmesi, bir kurum haline gelmesi Fâtih Sultan Mehmed döneminde gerçekleşmiş ve özellikle onun saltanatının son yılında Karamânî Mehmed Paşa’nın arzıyla Rumeli ve Anadolu kazaskerliği ortaya çıktı. Yavuz Sultan Selim devrinde bir ara merkezi Diyarbekir’de olmak üzere Arap ve Acem kazaskerliği teşkil edilerek kazasker sayısı üçe çıkarıldıysa da devletin merkeziyetçi yapısıyla bağdaşmayan bu sonuncusu bir süre sonra lağvedilerek Anadolu kazaskerliğine bağlanmıştır. Osmanlı devlet idaresinde, 1600. yıllarına kadar kazasker tayinleri vezîriâzamın arzıyla yapılmaktaydı.
1603. Yılından itibaren, Şeyhülislâmın yetkisinin giderek artmasıyla kazasker tayinleri Sadrazamın muvafakatini almak şartıyla şeyhülislâma bırakılmıştır. Vezîriâzam “küçük telhis”le tayini padişaha arzeder ve onayını isterdi (Orhonlu). Örneğin, Ahîzâde Abdülhalim Efendi’nin,1603. yılında Rumeli kazaskerliğinden azli ve yerine Damadzâde Mehmed Efendi’nin tayini için Vezîriâzam Yemişçi Hasan Paşa bu kişiler hakkında padişaha kısa bilgiler vererek onun onayını istemişti. Kazaskerlerin tayinlerinde olduğu gibi azillerinde de yani görevden uzaklaştırma durumu da padişahın yetkisi dahilinde idi.
Kazaskerler çoğunlukla ölene kadar görevde kalırdı. Son dönemlerde 10 ya da 15 yıl görevde kalan kazaskerleri keyfi olarak azledilme gibi durumlar nadir de olsa yerine getirilmiştir. Bu sebepler arasında, Kazaskerlerin hastalık, sadrazamla anlaşamama, ilmî yetersizlik, görevde ihmal, siyasî ayaklanma, saltanat değişikliği gibi sebeplerle görevden alındığı görülmektedir. Osmanlı devlet yönetiminde Şeyhulislamdan sonra rütbe olarak, Rumeli kazaskeri daha sonra da Anadolu kazaskeri gelirdi. Bu rütbe genelde bağlanan maaşlardanda anlaşılmaktadır.
Örneğin Fatih kanunnamesinde, malî yılı devlet bütçesinde Rumeli kazaskerine ayda 17.165, yılda 205.980 akçe, Anadolu kazaskerlerine ayda 16.918, yılda 203.016 akçe ödendiği kaydedildiği bilgisi verilmektedir. Bu miktarlar günlük olarak 572 ve 563 akçeye denk düşer. Bu tarihten 100. yıl sonra, yani 1660. yılları bütçesinde de rakamlarda bir değişiklik olmamıştır. Tarihlerimize geçen bir bilgi de 1700. yıllarına kadar eğer emekli olduysa Kazaskerlere ayda, 150. akçe maaş bağlanırdı. Kazaskerler ayrıca müderris olarak Ayasofya ve Süleymaniye medreselerinde görev üslenirlerdi. Kazaskerlerin görevlerini idarî ve kazâî yani siyasi ve hukuki olkarak yerine getirirlerdi. Kuruluş yıllarında görevleri ordudaki askerî-hukukî ihtilâfları halletmek, seferlere katılarak davalara bakmak olarak belirlenmişti.
Zamanla mülâzemetin yani müderriz tayinlerinin düzenli işletilmesi, ülke içindeki kadıların, müderrislerin tayinleri – azilleri ve diğer işlemleriyle uğraşmak başlıca vazifeleri oldu. İki kısma ayrıldığında ise Rumeli kazaskeri birinci kazasker sıfatını elde ederek Rumeli’deki, Anadolu kazaskeri Anadolu ve Arabistan’daki ilmiye mensuplarının işlerine bakmışlardır. Kaynaklarda kazaskerlerin görevleriyle ilgili ilk bilgiler Yıldırım Bayezid dönemine kadar iner. Bu dönemde kadı’lardan sorumlu oldukları anlaşılmaktadır. 1580. yıllarından itibaren, kazaskerlerin en önemli ve zor görevi, adalet ve eğitim teşkilâtının mensupları olan kadıların ve müderrislerin işlerini yürütmek olmuştur.
Böylece giderek şeyhülislâmla aralarında bir vazife taksimi ortaya çıkmıştır. Şeyhülislâmın tayin işlerini yürüttüğü kesim ancak mevleviyetler yani kadı’lık ve yüksek müderrisliklerdir. Devletin adlî ve idarî teşkilâtının esas birimi olan kadılıklara, yine memleketin her köşesine serpilmiş olan medreselere tayinler – aziller ve diğer işlemler ise kazaskerlerin yetki alanı içine girmiştir. Uzunçarşılı tarihine bakıldığında, Kazaskerler ilmiye sınıfı mensuplarının tayin, azil, nakil, terfi gibi işlemlerini *rûznâmçe* adı verilen defterlere kaydederlerdi. Bu defterlerin en azından 1500. yıllarından itibaren tutulduğunu ve devamlı gelişerek düzenli bir şekil aldığı kayıtlara geçmiştir. Kazasker rûznâmçe’lerinin önemli bir kısmı bugün İstanbul Müftülüğü Şer‘iyye Sicilleri Arşivi’nde yer aldığı kaynaklarımızda ifade edilmektedir.
Divan üyesi olarak da kazaskerler bazı önemli görevleri yerine getirirlerdi. Fâtih Kanunnâmesi’nde şer’î – hukukî konulardaki yetkisi, “Ve şer‘-i şerîf üzere deâvî hükmünü kazaskerlerim buyruldusu ile yazalar …” şeklinde ifade edilmişti. Dîvân-ı Hümâyun’da örfî hukuk ve yargı vezîriâzam ve onun uygun gördüğü kimseler tarafından yürütülür, şer‘î hukuk ve yargı ise kazaskerlerin görev alanına girerdi. Kadı’lardan, sancak ve beylerbeyilerden Dîvân-ı Hümâyun’a gelen *sûreti siciller* yani sicil kayıt defterleri önce vezîriâzam, kazasker ve defterdar tarafından incelenir, bu yetkililerin îlâm ve sicil üzerine kendi kararları buyruldu şeklinde yazılırdı…
Kanûnî Sultan Süleyman devri sonları ile Yavuz Sultan Selim devrindeki defterlere bakıldığında kazaskerlerin girdiği dava muhakemeleri detaylı bir şekilde verilmiştir örneğin, katil, ayyaşlık ve cinayet, hırsızlık, zina, kılıç ve bıçakla öldürmeye teşebbüs gibi âdi suçlara kazasker bakıyor ve sonunda divanın da onayı ile çeşitli cezalar veriliyordu. Kazaskerlerin Dîvânı Hümâyun’da bakacakları davaların bir gündemi muhtemelen önceden yapılıyordu. Kazaskerler ayrıca divanda bazı büyük davaları görerek yargılama da yapabilirlerdi.
Nitekim Molla Kābız, Nadajlı Sarı Abdurrahman, Hamza Bâlî’nin adamlarından Ahmed b. Nasuh, toplumda fitne çıkardıkları gerekçesiyle farklı dönemlerde divanda yargılanarak kazasker hükmü ile idama mahkûm edilmişlerdi. Yine ilmiye sınıfı mensuplarının, ulemâ dışındaki askerî sınıfın Dîvânı Hümâyun’da muhakeme edilerek kazasker hükmü ile cezalandırıldığı bilinmektedir. Dîvân-ı Hümâyun’un bu konudaki çalışma şeklini inceleyen bazı araştırmacılar, İslâm hukukunda yargılamanın tek hâkimle yapılması ilkesi üzerinde dururlar.
Burada ise mahkeme divan heyeti tarafından yapılmaktadır. Ancak uygulamanın bu ilkeye aykırı olmadığı, çünkü yargılamanın bir kişi vezîriâzam veya Rumeli kazaskeri tarafından yapıldığı, diğerlerinin yardımcı olduğu görülmektedir. Kazaskerler, Dîvânı Hümâyun’da dava dinledikleri ve şeri konularda hüküm verdikleri gibi ayrıca haftanın belli günlerinde kendi mahkemelerinde de yani evlerinde divan akdeder, davalara bakarlardı.
Dîvânı Hümâyun’da kendilerine havale olunan davalardan gerek gördüklerini kendi mahkemelerine havale ederlerdi. Kazaskerlerin evlerinde mahkeme kurarak dava dinlemeye ne zaman başladıkları kesin olarak bilinmemektedir. Ancak bu tür davalara, 1603. yıllarının sicil defterlerinde raslanmıştır. Ayrıca bu tarihten itibaren örneğin, Mâlûlzâde Mehmed Efendi’nin Rumeli kazaskerliği dönemine ait kayıtlarda vakıflar, muhallefât yani miras hukukuna ait meseleler, sosyal ve ekonomik konular, timar yani askeri erkana sağlanan toprak taksimatı, mukātaa yani hazine kaynakları, beytülmâlle ilgili meselelerin yer aldığı ve bunların taraflarının çoğunluğunu askerî zümrelerin oluşturduğu tesbit edilmiştir. Kazaskerlerin maiyetinde çeşitli işleri gören ve onlara yardımcı olan personelin bulunduğu, bunların sayısının bazı dönemlerde artış gösterdiği bilinmektedir. Kazaskerlerin konaklarında şeriatçı denilen nâibler davaları dinleyerek onlara yardımcı olurlardı.
Rumeli kazaskerinin İstanbul ve Galata bedestenlerinde bulunan kassâm yani tereke taksim memurları kalabalık personele sahipti. Ayrıca zabıt kâtibi niteliğinde bir yazıcı kâtibi de vardı. 1600. lü yıllardan itibaren, kazasker kâtipleri cihet ve medrese beratlarını kaleme alırlar, mektupçu denilen görevli ise mansıp yani tayin edilecek yer mektuplarını yazar, mukayyid denilen kâtip bunu deftere geçirirdi. Kazaskerin maiyetindeki bu teşkilât 1700. Yılından itibaren daha da genişledi. Kazaskerlerin her birinin tezkireci, rûznâmçeci yani maliye ve hazinedeki gelir gider harcamalarıyla uğraşan memurlar, matlabcı yani kazaskerin defterlerini tutan memur, tatbikçi verilen kararları son kontrolden geçiren memur, mektupçu ve kethüdâ yani hizmetli olmak üzere altı yardımcı memuru ortaya çıktı.
Yine defterdar bürosunda mîrî kâtibi yani mâli anlaşmazlıklara bakan memur, maiyetindeki başbâki yani bir bakıma vergi tahsil memuru ile birlikte malî davalara bakardı. Ayrıca davalıları ve davacıları divanlarına çağırmak üzere emirleri altında muhzırbaşıya yani emniyet ve asayişten sorumlu memur, bağlı yirmişer muhzır bulunuyordu. Kazaskerlik makamındaki görevli sayısı, 1800. yıllarından itibaren daha da genişlemiştir. Rumeli ve Anadolu kazaskerliği mahkemeleri 1914’te bir mahkeme haline getirildi. Bu yeni kazaskerlik Mahkemesi Osmanlı devletinin sonuna kadar görevini sürdürmüştür.
Sonuç olarak, adalet ilkesi İslam şeriatında çok büyük bir öneme sahiptir. İnancımızda, her türlü muhakemelerde, adaletin geciktirilmeden hak sahibine verilmesi asıl tutulmuştur. Bu yüzden geciken Adaletin adaletsizlik oldugu hükmü verilmiştir. Mutlaka Adaletin olmadığı zamanlarda zulum ve Anaşi hüküm sürmüş adil yaşayış biçiminde de huzur ve sükun hayatta yerini almıştır. Unutmayalım Adalat herkese lazımdır. Rabbimiz, Nisa suresi ayet .135. te mealen şöyle buyurmaktadır:*** Ey iman edenler. Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendini, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. Haklarında şahitlik ettikleriniz zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara sizden daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, şahitliği eğer, büker doğru şahitlik etmez, yahut şâhidlik etmekten kaçınırsanız biliniz ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır…***
Peygamber Efendimiz bir hadisinde mealen şöyle buyuruyor:** Bir kavmin içinde Devlet, mahkeme ve aile fertleri arasında hak ve adaletten uzak hüküm verilirse, o kavimde mutlaka kan dökümü yaygınlaşır…**Adalete riayet etmek en temel görevlerimizden birisidir. adalet öncelikle bireyin kendine sonra ailesine ve de çevresinde yer alan herkese, toplumlara hatta Tabiata ve hayvanlara karşı görevlerini ve haklarını yerine getirmesidir. Ömer efendimizin: Adalet mülkün temelidir sözü devlet idare etme sanatında, Asrı saadetten, Osmanlı döneminin sonuna kadar genişleyerek bütün kurumlarında titizlikle adalet ilkelerine uyulduğunda izzet ve şeref bulunduğu bilinen bir gerçektir. Kadı, kadıul kudat, kazasker ve şeyhulislam makamlarını da bu manada devlet geleneği olarak değerlendirmek gerekir inancındayız.
İslam tarihinin her safhası ve dönemi, Peygamber efendimizin (sav), sahabelerinin ve onlar gibi dini doğru anlamış ve hayatına tatbik etmiş kişi ve toplumların bu tarz düşünce ve uygulamalarının örnekleri ile doludur. Öyle ki, Adalet kavramı, islam toplumuna, Adalet Mülkün yani Devletin Temelidir. önemli sözüyle dilimizde kıymetini açıkça ifade etmiştir. Peygamber efendimizin (sav) ikinci halifesi olan Ömer efendimiz, bu anlamda adalet ile sembolleşmiş bir şahsiyet olmuştur. Allah ondan razı olsun…
Allahım sana inandık, iman ettik. Bizleri doğru yoldan sıratı müstâkimden adaletten ayırma. Bizleri il’ayı kelimetullah yolunda ğayretli olanlardan eyle. Bizleri şeytanın şerrinden muhafaza eyle. Bizleri bidatlardan, sapıklıklardan ve batıl yolları izlemekten koru. Bizleri ehli sünnet itikadına sımsıkı sarılanlardan eyle. Sen her şeye kadirsin Allahım…Amin…
Sermedkadir…