Eskiden her şey ne güzeldi muhabbetleri gündeme geldiğinde içimden içten içe bir ahh çekmek gelir desem yanlış olmaz. Benim gibi yaşı yetmiş civarında olanlar bilir eğer alzhaymır denilen unutkanlık hastalığı olan bunaklık dönemine girmemiş iseler hatırlayacaklar ümidindeyim. Eskiden her şey pek te güzel değildi. Güzel olan gençliğimiz, dinçliğimiz, sağlık, sıhhat içinde olmamız hayata çok büyük hayâller içerisinde bakmamızdı. Örneğin 1923 – 1938. arası toplam nüfus sayımız 12, 13 milyon civarındaydı. Savaş, ve diğer iç meseleler sebebiyle erkek nüfusu azalmış buna karşın kadın ve çocuk nüfusu daha fazlaydı. İlke, inkılap, kültürel başkalaşım, batı hayranlığı, Avrupalı gibi olma özlemi, kendi atasına nesline küfrederek, söverek geçmiş, öz benliği elinden çalınmış müslümanlar için çok çileli, acı, meşakkatli, 27. yılı bulan zor’luk, kıtlık ve dar’lık dönemiydi. Yok’luk, kıtlık, zulüm içinde bitmez tükenmez baskı yetmiyormuş gibi üstüne üstlük maneviyatı elinden elinden çalınmıç, koparılmış, 16. milyon…Kendi yakın tarihinden habersiz genç nesil için eskiden her şey ne güzeldi…
Osmanlı devletinin bakiyesini son idarecilere, Lozan’da vermek lütfunda bulunan İngiltere ve yandaşları adeta Anadolu yarımadasına hapsedilmiş, ne versen ona razı sözde kurtuluş savaşını kazanıp ta masaya oyurmuş bir heyet ve yöneticilerin aklına Balkanlardan tamamıyla kopuş, Filistin’e kadar olan öz vatandan’dan ayrılık, Musul, kerkük, Erbil uzantısında yaşayan soydaş’larımızı hesaba katmadan Lozan’da zorla parafe edilen imzalar, iç çatışmaları beraberinde getirmiş, toplum adeta 5 – 6. sene gibi kısa bir süre içerisinde ters yüz edilmiştir. İkinci dünya savaşına girmediğimiz bir yana, idarecilerden büyük bir zulüm ve maddi manevi baskı gören Anadolu halkı elinde avucunda ne varsa devlet yetkilileriyle paylaşmış sonuçta aç kalma, kıtlık, yokluk, çaresizlik girdabında sıkışıp kalmıştır. Halbuki bu yılların sonunda belki halkımıza 10. sene yetebilecek tahıl silo’larda çürütülüp denize dökülmüştür. 1940 – 1950. arası incelendiğinde açık, net görülebilir. Yakın tarihini okumayı lüks olarak gören günümüz gençliği için eskiden her şey ne kadar güzeldi, mi acaba ??? İnşaallah bildiklerimizi yarım yamalak değil gerçek hâliyle yazabildiğimiz zamanlar da gelir…
1923. Yılından günümüze kadar Türkiye Cumhuriyetinin yüzölçümü, Hatay ili ile beraber, 784. bin kilometre karedir. 1923. Yılında nüfusumuz ise toplamda, 13 milyon. 1940. yılında, 16. milyon olmuş. 1950. yılında 19. milyon civarını bulan sayımız, 1960. Yılında 27.milyona çıkmış. 1970. Yılında, 35. milyonu, 1980. yılında ise, 45. milyona yükselmiş, 1990. yılında, 56. milyona ulaşan nüfus, 2000. yılında. 65.milyon, 2010. yılında, 74. milyon sayısına erişmiş, günümüzde ise, 86. milyon civarındadır. Türkiyenin yüzölçümü, bir zamanlar, 13 milyonu beslemekte yetersiz iken buğün 86. milyon insan, büyük bir lüks içinde yaşadığının farkında olmadan kanaatsız bir şekilde hayat sürmektedir. 1967.Kayseri’den bir örnek verecek olursak, Adem Çilsal gibi zengin konakları hariç ev’ler aile ne kadar kalabalık olursa olsun, mutfak, banyo her şeyi içinde sadece tek od’alı sırt sırta vermiş genelde 2. katlı evlerden şimdi önünde 2.3. arabası olan, 240. metrekare saray gibi yerlerde kalan gençlerimiz ne yazık ki mâziye yabancı bir şekilde yetişmektedirler…Rabbim şükreden topluma daha fazla versin…
Hiç unutmam, Rahmetli babam anlatmıştı, 1939 – 1940. yılları ve sonraları daha 9, 10 yaşlarındaydık Abdurrahman ve Müzeyyen kardeşlerlerle belki bir lokma ekmek buluruz ümidiyle 12. kilometre ilerdeki Palas köyüne gitmeye karar verdik, Köye vardığımızda Ekmek pişirildiği oklava, tahta seslerinden belli olan bir evin kapısını çaldık.*Yenge karnımız aç, Allah rızası için bize bir ekmek verirmisin dedik.* Kadın yanında bulundurduğu büyük bir değneği kapıp babasının ağzına diyerek bizleri galiz küfürler eşliğinde köyün dışına kadar kovaladı. Hiç bir şey yiyemeden oradan ağlaya ağlaya tekrar köyümüze döndük diye anlatışını hiç bir zaman unutamam. Öksüz, yetim, çaresiz, yaz günlerinde bulduğu ot’ları kaynatıp yiyerek yetişen bir nesil, demoğrafik yapı daha 15. 16. milyon civarında. Devlet, başta ilk defa sarayburnu olmak üzere Türkiye’nin hemen her şehrinde meydandaki Camiileri yıkıp, heykeller dikerken, uçsuz bucaksız Çankaya topraklarına köşk’ler yapılırken, Ankara’da birileri Pembe köşk’lerde safa sürerken bir lokma ekmek bulamayan Anadolu halkını; Amerika, Avrupa hayranı gençlerimiz nerden bilecek ? Eskiden her şey ne güzeldi değilmi ? Yazamadığım o kadar çok şey var ki… Belki zamanla o da olur…
Sermedkadir…